8.15.2012

Koltuk

Evde tek başımaydım. Bir kaç gün sonra pişmanlık duyacağım dakikaları yaşıyordum. Yani hiç bir şey yapmıyordum. O zamanlar böyle sadece nefes alıp verdiğim zamanları çok yaşardım. Nefes alıp vermekten başka bir şey yapmadığım için de nefes alıp verdiğimin farkında değildim. Böyle zamanlarda herhangi bir şey de hissetmezdim. Dışarı çıkmak zorunda olmasam belki de hayatımı evimde tek başıma hiç bir şey yapmadan geçiştirirdim. Gerçi dışarı çıktığımda da durum pek farklı sayılmazdı ama en azından içimi tuhaf bir pişmanlık duygusu kaplardı. Bir süre sonra bu pişmanlık duygusunu çok sever oldum çünkü hissettiğim tek şey haline geldi.
O zamanlar benim için her şey çok basit olduğu için gri renkteydi. Başlangıçta-ki ne zamanlar olduğunu şimdi bile hatırlamıyorum, bir şey ya siyahtı ya da beyaz. Ya iyiydi ya da kötü. Ya doğruydu ya da yanlış. Sonra bunlar o kadar çok biraraya geldi ki griden başka bir şey göremez oldum. İyi ve kötü arasındaki fark belirsizleşti, doğru ve yanlışın sınırları görünmez oldu.
Pişmanlık herkes için kötü bir duygudur. Ama benim için değil... Galiba her şeyin çok basit olması kısmen doğru olduğu için hayatıma son vermek hiç aklıma gelmedi. Yine zamanımın çoğunu geçirdiğim koltuğumun üzerindeydim. Koltuk bile aldığımda beyazken zamanla dünyam gibi griye dönmüştü. Geçmişimden bir boşluk gibi bahsetmeme neden olan akşamı anlatıyorum. Gri koltuğumda uzanmış televizyon seyrediyordum. Seyrediyordum dediysem televizyona bakıyordum demek istedim. Bir kanaldan diğer kanala geçerek neredeyse yine anlamsız bir kaç saat geçirmiş bulunmaktaydım. Uykum gelince kumandanın kapatma düğmesine bastım. Ancak televizyon kapanmadı. Kumandayı bir kaç kez bacağıma vurdum. Pillerini çıkardım, ısırdım. Tekrar kapatma düğmesine bastım ve yaptıklarım sonuç verdi mi diye televizyona baktım. İşte o an şaşkınlık, korku, merak, heyecan ve daha bir çok duyguyu, neredeyse bütün duyguları aynı anda hissettim. Televizyon kapanmamıştı. Ekranda ise ben vardım. Aynı benim uzandığım gibi gri koltukta uzanıyordu. Önce kapanmış televizyon camından yansımam zannettim ama görüntü çok netti. Sonra birinin odama gizlice kamera yerleştirmiş olduğunu düşündüm. Kamerayı aramak için ayağa kalktığımda ise görüntünün kameradan gelmediğini anladım. Çünkü kalktığımda ekrandaki ben hala uzanıyordu. Bir açıklama düşünürken ekrandaki ben konuşmaya başladı. “söyleyecek bir söz  bulamıyorum çünkü söyleyecek bir sözüm yok” dedi. Kendimi hiç bu kadar çaresiz görmemiştim diye düşünmeye başlamamla zaten kendimi hiç daha önce televizyonda görmemiş olduğumu fark etmem aynı anda tekabül etti. Hafifçe gülümsedim. Ama uzun sürmedi. Ekrandaki ben çok üzgündü ve bu halim beni de üzüyordu. “kayboldum” dedi. “ve daha da kötüsü sonsuzluğu tek başıma anlatamam” dedi. Birden gözlerini iyice açtı. Sonra sıkıca kapattı. Deli gibi. Ama çok kararlı bakışlarım vardı ekrandaki ben de. Elinde bir bıçak olduğunu fark ettim. Yavaşça boynuna doğru götürdü bıçağı. Kendimi durdurmak istedim. Ama hareket edemedim. Avazım çıktığı kadar bağırmak geldi içimden. Ama bağıramadım. Ekrandaki ben tek bir hamle ile bıçakla boğazını keserken benim boğazım düğümlendi. Kapı gıcırtısı gibi bir ses geldi televizyondan. Boynumdan akan kanın görüntüsü hala gözümün önünde. Kanlar önce fışkırdı ama kısa sürdü. Sonra yavaş yavaş ama bol miktarda akmaya başladı. Bedenim koltuğun üstünde yığılmış bir vaziyette duruyordu. Hareket eden tek şey kandı. O kadar çok kan çıktı ki her yer sanki kırmızıya boyanmıştı. Hatta bir süre sonra kanlı koltuğun üzerinde kanlı ben fark edilemez oldum. Kan durana kadar, her şey hareketsiz olana dek bekledim. Sonra gözlerimi sıkıca kapattım ve nihayet bütün gücümle bağırabildim. Sonrasını hatırlamıyorum.
Sabah kendime geldiğimde ışık yüzüme vuruyordu. İçimde yeni bir güne başlama heyecanı vardı ve koltuğum kırmızıydı.

Özgün KÜÇÜKOĞLU

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder