8.15.2012

Arayış Neydi Peki?

Üç yıl içinde geldiğimiz nokta: Karım, ben ve soframızda tavuk kemikleri…
Gram tat yok, ne sofrada ne ilişkimizde. Onunla asla evlenmezdim, eğer tanıştığım en
güzel kız olmasaydı. Onu kötülemeyeceğim. Aslında sorun bende. Tat alamayan da
veremeyen de yaşamayı beceremeyen de benim. Bu yüzden bu acıya kimseyi ortak
etmemeliyim artık.
Vakit geldi. Bugün büyük gün!
Evvelce baba ocağından da böyle ayrılmıştım; ”Okul uzak baba, Karşıdaki arkadaşlarda
kalcam.” Tuttuğum ev okula daha uzaktı. Arkadaş da yoktu. Yalnızlık yormuş, değişiklikler
aramaya başlamıştım. Ebruyla tanıştım, kısa sürede evlenme kararı aldık. Sadakatinden
asla şüphe etmedim. Bana ve evimize alıştıkça bedeni genişliyor, gözlerindeki o tutku dolu
bakışlar kayboluyordu. Geriye standartlara uygun bıyık bırakmam kalmıştı sanki. İlk
zamanlar ritim tutarak eşlik ettiği bestelerim, ona göre artık birer gürültüden ibaret.
Henüz yemek bitmemişti. Sofradaki kemiklere uzun uzun baktıktan sonra yeni bir milat için
konuşmaya başladım:
- “Ebru!” dedim.
- “Şey, noldu?” dedi.
Hemen cümlemi bitirmemi isteyen bir ifade vardı yüzünde. Belli O da bir şeyler söyleyecekti.
- “Ben boşanmak istiyorum.” dedim.
- “Ben… Hamileyim!”
Hiçbir şey olmamış gibi tabağımdaki son et parçasını da ağzıma götürdüm. Yemeyi bırak
yutkunmak bile zor geliyordu aslında. Ama hislerimi belli etmem ondan kurtulmamı
zorlaştırabilirdi. Duygusuz ve kaba olmalıydım. Yağlı dudak izi bıraktığım bardaktaki
koladan bir yudum aldım.
Yaklaşık iki saat hiç konuşmadan evdeki işlerimizle meşgul olduk. O bulaşıkları yıkadı. Ben
de bir şeylerle uğraşıyormuş süsü verdim kendime. Aklımda bebek vardı. Babanın
çocuğuna ne kattığı konusunda en ufak bir fikrim olmadığı için bebeğin babasız
büyümesinin pek sorun olmayacağına karar verdim. Bebek bu eve mutluluk getirebilirdi
ama ne kadar süre dayanabilirdim buna. Mutluluk bile huzur vermiyordu. Evet kurtulmalıydım, kaçmalıydım.


İçeri geçip konuşmaya devam etmek için eşimin yanına gitmeye karar verdim. Kapıyı açıp
odaya girdim. Ebru arkası dönük, dizleri üstüne oturmuştu yere. Boğazına bir şeyler
kaçmış olacak ki aralıklarla hıçkırıyordu. Masadan su aldım. Karşısına geçip eline verdim.
Yüzü yere dönük, hıçkırığı henüz geçmemişti.

-“Neyse artık konuşmak istiyorum.” dedim.
Ellerimle yüzünü kendime doğru kaldırdım. O an kendimi en ürkütücü şekillerde öldürmek
istedim. Ebru’nun ağlamaktan gözleri kızarmış, yanakları ıslanmıştı. Hıçkırıktan
konuşamayacak haldeydi.
Tüm bu manzara benim eserimdi. Bir bayan ve çocuğunun benden ömür boyu nefret
edeceği düşüncesi içimi yakmış, yıkılmıştım. Onun üzüleceğini tahmin etmem gerekirdi
elbette ama beni de en az onun kadar sarsan şey neydi? Aradığım şey yaşanmamış bir
şeydi. Tüm gereksinimim salondaki halının uçması ya da eve uzaylıların dolması kadar
alışılmadık bir şeydi.
Aradığım iki damla gözyaşıydı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder